Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye | Tarihte Biz
Cihana Hükmeden Muhteşem Devlet

Osmanlı Devleti Toplum Yapısı

Toplum Yapısı;
Toplum asker ve reaya olmak üzere iki farklı tabakadan oluşmaktaydı. Asker dışındaki halk, "reaya", devlete vergi ödemekteydi.Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla ayrılmıştı.Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmi görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı.Halk ise müslüman ve müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu. Gayri müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkanı vardı.

Ekonomi;
Son padişaha kadar bütün Osmanlı paralarının üzerinde Kostantiniye ibaresi kullanılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda Yunanların bunu ilk Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin yerine Yunan Kralı I. Konstantin'i kastederek kullanmaları üzerine kullanılmasından vazgeçilmiştir.
Osmanlıda merkezi otoritenin her yerde etkin olmasını sağlayan, devlet hazinesinden para harcanmadan asker yetiştirilen ve toprağın işlenmesini de sağlarken en uç beylere kadar güvenliği taşıyabilen bir sistem vardi. Buna Tımar sistemi deniyordu. Reayaya verilen toprakları 3 yıl bekletmeksizin işlemesi ve kazancından bir kısmıyla da tımarlı sipahileri yetiştirmesi gerekiyordu. Böylece devlet hazinesi de azalmıyor, üstüne üstlük her an savaşa hazır asker yetişmiş oluyordu.[kaynak belirtilmeli]
Osmanlıda ki bir başka yapı da taşraydı. Başkent dışındaki her yer taşra olarak isimlendiriliyordu

Demografi;
Osmanlı Devleti'nin beş yüz yıllık varlığının çoğunda toplam vatandaş sayısı kesin verilere dayanmamıştır. 1881'deki sayıma kadar nüfus bilgileri vergi mükelleflerinin genel nüfusa oranlanmasıyla belirlenmekteydi. Vergiden hariç bir yöntem de hanelerin sayılması idi. Her evde 5 hane halkının bulunmasına dayalı bir varsayım yapılabilmekteydi. Varsayımlara dayalı nüfus tahminlerine göre: 1520'de Osmanlı İmparatorluğu'nda 11.692.480 kişi yaşamaktaydı. 1683'te 30.000.000, 1856'da 35.350.000 nüfus olduğu düşünülmektedir.[101] İlk resmi sayım 1881–1893 arasında 10 yıl süren bir çalışmayla yapılmıştır. İlk defa bu sayım: vergi, askerlik ya da herhangi bir amaçla değil; demografik bilgi elde etmek için yapılmıştır. Nüfus: Müslüman, Yunan(Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular, Çingeneler gibi etnik, dini ve cinsel kategorilerde belirlenmiştir.Bu sayımda 17,388,604 olan nüfus, 1919 sayımında 14,629,000 kişi olarak belirlenmiştir.

Dil;
Devletin resmi dili Türkçe'dir. Uluslarası yazışmalar Türkçe'dir. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve bölgenin yerel dili resmi işlerde yürürlükte olan dildir. Bu diller Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Hırvatça, Kürtçe, Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça ve birçok yerel dildir. Merkezi ilgilendiren konularda Türkçe, yereli ilgilendiren konularda yerel dil kullanılmştır.
Bilim dili olarak Türkçe ve Arapça kullanılmıştır.
Edebiyat dili olarak Türkçe ve Farsça kullanılmıştır.

Din;
Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu.

İslam;
Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslamiyet Peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam Devleti'ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.
 
Halifelik daha çok müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiî'likteki ya da Alevilik'teki İmamet'ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa Ümmet'in biat'ı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.
 
Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ilerigelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na geçen halifelik, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla fiilen hilafetin olmamasına rağmen resmen halifeliğin varisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır.

Musevilik ve Hristiyanlık;
İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
 

Misyonerlik Faaliyetleri;
1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.
 
Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.

Kültür;
Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişlerdi. Anadolu'ya yerleştikten sonra başta Yunan, Ermeni ve Yahudi olmak üzere yerli halkların kültürleriyle bir ölçüde kaynaştılar. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıktı. Özellikle İmparatorluk haline geldikten sonra diğer kültürlerle değişim süreklilik kazandı.
 
Osmanlılar farklı kültür ve dinlere karşı -o çağlara göre- büyük bir toleransa sahipti. Osmanlı Hanedanını yöneten erkekler, eşlerini çeşitli etnik gruplardan aldılar ve bu nedenle sultanlar karışık ırk ve kültürel mirasa sahip oldular.

Edebiyat;
Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça ve Farsça'dan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan oldu.[104] Garibnâme (1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşa, İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü Şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname (1387) mesnevisinin sahibi Şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerinin sahibi Ahmedi, Divan 'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai, Hüsrev ü Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi, Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları, onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçeye aktarıldı. Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçenin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat için Danişmentname 'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır.[105] Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmış yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.

Mimari;
Erken dönem mimarisinde, yapılar ağırlıklı olarak İznik, Bursa ve Edirne şehirlerinde yer aldı. Yapılar daha çok Bizans mimarisi ve Selçuklu mimarisi etkilerini taşısa da, bu dönemde bir sonraki döneme dayanak oluşturacak fikirlerin ilk uygulamaları gerçekleşti. Bu uygulamalardan birisi, yapılarda kubbe kullanılması pratiğidir.
 
İstanbul'un Fethi'den itibaren, mimari eserler İstanbul'da yoğunlaşmaya başladı. Bu dönemde daha çok yüksek ve görkemli yapılar inşa edildi. Bu yapılar daha çok dinî yapılar ve kamu binalarıydı.
 
Lâle Devri'yle beraber, batılılaşmanın etkisiyle batılı tarzda binalar yapılmaya başlandı. Bu dönemde Boğaz kıyısına köşk yapma modası ortaya çıktı.

Osmanlı Mutfağı;
Osmanlı mutfağı başkent İstanbul'da ve bölgesel başkentlerde tüm halkın hoşuna giden, kültürlerin erime potasıyla oluşan ortak bir mutfaktır. Bu farklılıklarla dolu mutfak imparatorluğun belli bölgelerinden getirilen şeflerin İmparatorluk Sarayı'nın mutfaklarında farklı malzemeleri yaratması ve denemesi ile mükemmelleşti.
 
Osmanlı Sarayı'nın mutfak kreasyonları Ramazan etkinlikleri sayesinde ve Paşa Yalılarında pişirilmesiyle nüfusun geri kalanına yayıldı. Bugün, Osmanlı mutfağı Türkiye'de, Balkanlarda, ve Orta Doğuda yaşar, "bir zamanlar Osmanlı yaşam tarzında olan ortak varisler ve onların mutfakları bu gerçeğin delilleridir".[106]
 
Yerel çeşitlere ve bunların arasında karşılıklı alışveriş ve zenginleştirmeye dayalı olması dünyanın herhangi bir büyük mutfağı için olağandır. Ama aynı zamanda büyükşehir geleneğinin zarif tadı ile homojenize ve uyumludur.[106]

Osmanlı'da Bilim ve Teknoloji;
Osmanlı tarihi boyunca, Osmanlılar diğer kültürlerden çevrilen elyazması kitaplar ile geniş bir kütüphane koleksiyonu oluşturmayı başardı.[107] Yerli ve yabancı el yazmaları arzusunun büyük bir kısmı 15. yüzyılda geldi. II. Mehmed Trabzonlu Yunan bilim adamı Georgios Amirutzes'e Batlamyus'un coğrafya kitabını tercüme ettirdi ve Osmanlı eğitim kurumları için kullanılabilir hale getirtti. Başka bir örnek ise aslen Semerkandlı gökbilimci, matematikçi ve fizikçi olan Ali Kuşçu; iki medresede profesördü, ve İstanbul'da sadece ölümünden önceki 2 ya da 3 yılını yaşamasına rağmen yazıları ve öğrencilerinin faaliyetleri sonucu Osmanlı çevrelerini etkiledi.
 
1577'de Takiyüddin 1580'e kadar astronomik gözlem yapacağı Takiyüddin'in Rasathanesini kurdu. Güneş yörüngesinin dışmerkezliğini ve apsis'in yıllık hareketini hesapladı.[109] Rasathanesi 1580'de yıkıldı
 
1660'da Osmanlı bilim adamı Tezkireci Köse İbrahim Efendi Noël Duret'in 1637'de yazdığı Fransızca astronomik çalışmasını Arapçaya çevirdi.
 
Şerafeddin Sabuncuoğlu ilk cerrahi atlas yazarı ve İslam tıbbının son majörü. Çalışmaları büyük ölçüde Ebû'l-Kasım Zehrâvi'nin Al-Tasrif'ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik getirdi. Kadın cerrahlar da ilk defa resimlendirilmiştir.
 
Dakika ölçen ilk saat örneği Osmanlı saatçisi Meshur Sheyh Dede tarafından 1702'de yapıldı.

Osmanlı'da Spor;
Osmanlı İmparatorluğu'nda spor büyük önem taşımaktaydı[kaynak belirtilmeli] ve hâliyle spor yapan kişi büyük ilgi ve saygı görmekteydi. Osmanlı'nın uğraştığı başlıca sporlar arasında; Güreş, Avcılık, kemankeşlik (ok atıcılığı), binicilik (Cündicilik), Cirit oyunları bulunmaktaydı.
 
Copyright © 2014 Telif Hakları Saklıdır.
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
  © Kopyalamak Yasak!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol